Hayat Memat İşleri

 ***POTANSİYEL RAHATSIZLIK OLUŞTURABİLECEK YAZI - *LÜM - *NT*HAR***

İşte yine ben. Aylar geçmiş, bir yeni takipçim olmuş. Biraz umudum kırılmıştı, kimse yorum yazmadı yazılarıma. Biraz dargınım. 

Dargınlığımın birçok sebebi var. Neyse.

Ölüm. Ölüm gerçeğiyle tam olarak yüzleştiğimi söyleyemem, en yakınlarımdan kimseyi kaybetmedim. Pek yakınım da yok zaten. Birkaç akraba, uzaktan birkaç tanıdık. Hiçbirinin cenazesine de gitmedim. Bir öğretmenim vardı, çok severdim. Öyle çok yakın değildik, zaten sadece bir dönem dersimize girdi. Ama ben onu çok severdim, bende güzel bir yer etmiştir. Onun cenazesine gittim. Ama öyle bizim bildiğimiz cenazeler gibi değildi. 


Ölüm. Ölümün bir son olmadığının farkındayım. Ölüm sonluluğun sonu, sonsuzluğun başlangıcı. Bir rızık, bir nimet. Ve tabii her rızık ve nimet gibi helali haramı var. Eğer kendi kafamıza göre ölüme erişmeye çalışırsak günah. Büyük günah. Hem kendimize zarar verdiğimiz, hem kendimizden çaldığımız, hem de nimete saygısızlık ettiğimiz için. Sevenlerimize edeceğimiz zarara girmiyorum, çünkü gereksiz bence. Sevenler yeterince sevseydi zaten ne işimiz var ölüme vakitsiz yürüyoruz?

Uzun zamandır *ntiharı düşünüyorum. Evet ölmeyi. Daha doğrusu, yok olmayı. 

Annemle babam evlenir evlenmez çocuk sahibi olmama konusunda anlaşmışlar. Dokuz ay sonra ben doğmuşum. Bunu biraz şakaya karışık bana söylediler. Babam bir gün olabildiğine öfkeyle ''sana çok zor katlanıyorum, sırf kızım olduğun için'' demişti. Yakın bir zaman, Mart belki Nisan 2025. Tek bir insandan değil de, birkaç farklı kişiden benzer şeyleri duyunca sanırım insan daha çok etkileniyor. İstenmemek. Daha doğrusu, 'olmasaydın daha kolaydı' deniliyor olmak. 

Ele avuca hiç sığmadım. Bir tek ilkokul öğretmenim beni anlar, beni görürdü. Gerçekleri konuşalım, adam bana 3 sene ders verdi matematiğinden sosyaline Türkçe'sine. Bir tek konuyu bile hatırlamıyorum. Vallahi yok. Gerçi sanırım bi matematik sorusu var, yalan olmasın. Siz beni bilmezsiniz ama ben beni bilirim. Yalan söyleyemem. Zaten günlük hayatımda insanlara ilgi çekici gelebilmek için ufak tefek şeylerde yalan söyleme gibi pis bi huyum var (kendimden nefret ediyorum ama var) buraya bari yalan girmesin. Tahtaya 3 mü 4 mü ne kap çizdi öğretmenimiz, hepsi 1 litrelik. Dedi ki hangisinde daha çok su var. Sınıfın en zeki kızı, Sümeyye, en dolu gibi görüneni gösterip bu dedi. En zeki olan erkek de kalktı evet öğretmenim bu kap dedi. Yooook dedi öğretmenimiz, ben hızla parmak kaldırdım, bana söz verdi ben de haykırdım ''ÖĞRETMENİM HEPSİ AYNIII!!''. Bunu çok iyi hatırlıyorum ders olarak. Bir de rehberlik dersinde anlattığı okulu asan çocuk hikayesi. O sayılmaz bence ama onu da aşağıya bir yere sıkıştırayım. Konumuza dönelim, öüretmenimin anlattığı tek ders konusunu hatırlamıyorum. Yok. Deney meney yaptıydık, icat yapmamız gerekiyordu onları falan hatırlıyorum ama bakın konu anlatımı veya ne bileyim işte sayılar harfler okuma toplama çıkarma bunların konu anlatımı aşamaları bende yok. 

Ne var biliyor musunuz? Kimse bana mektup yazmadığı o mektup etkinliğinden sonra kendimi zorla tutarken çantamı almaya geldiğim boş sınıfta beni beklemiş olması ve bana ''çantanı kontrol et belki birileri gizlice çantana koymuştur mektubunu'' demesi ve o mektupta yazan her kelime. Resim dersinde 'en çok ne istiyorsunuz' temalı resmimde Kayıp Balık Nemo'yu çok sevdiğim için anemon ve palyaço balığı çizip büyük bir hevesle gösterdikten bir hafta kadar sonra bana aldığı akvaryum balıklarını.  Maviş gözlü güzel Şerife'ye iltifat edilirken bana laf olsun diye ''Tuhafiye'nin de gözleri çamur gibi'' diyen arkadaşlarıma ''aa olur mu, siz göremiyorsunuz onun gözleri ela renk'' demesi. Halbuki dümdüz kahverengi, valla yıllarca ben de ela dedim ta 3 sene önce öğrendim gözlerimin renginin ela olmadığını. Ay ben 27 yaşındayım a dostlar hesabı siz yapın. 

Elbette diğer öğrencilerine de kat kat iyilikleri dokunmuştur. Ama bana fazla olduğumu hissettiren o kadar insanın içinde bana kalıp uydurmak yerine kalıpsız da nefes almamı sağlayan kişidir. 

Hayatım boyunca çok okul değiştirdim. Çok. Ve çok farklı öğretmenlerim oldu. Güzel öğretmenler, çirkin öğretmenler. Nötr olanlar da. Güzel insanların arasında beni gerçekten gören sadece ilkokul öğretmenimdi. Bakın abartmıyorum, belki 100'ü aşmıştır toplam dersime girmiş öğretmen sayısı. Çok ciddiyim. Aslında biri daha vardı, lisedeki sınıf öğretmenimiz. Ama onu da yani önceki yazılarımdan hatırlarsınız, zulmediyormuş bana da ben görmüyormuşum. 

İlkokuldayken yok olmak, kaybolmak istedim. Evden nasıl kaçarım diye sorardım kendime. Bazen evlerin önünden geçerken ''hmm, bu ev kaçmaya çok müsait'' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Niye kaçmadım? Korktum mu? Noldu? Hiç bilmiyorum. İyi ki diyemeyeceğim, onu biz bilemeyiz. Ama bir defasında bu konuyu anneme açtığımda günlerce beni suçladı. Ne zaman açmıştım... Hmm... Sanırım ortaokuldayken, ya da öncesi. Dördüncü sınıf? Ya da beş. Her neyse...

Ortaokuldayken biraz göze gelen bi tiptim. Ay ben zaten hiç silik olmadım! Bir şekilde parlattım hep kendimi, dedim beni görmicekler de kimi görecekler?! Zekiyim ben, övünmek gibi olsun Rabb'im nimet vermiş elhamdülillah, derslerimde başarılıydım. Az çalışır çok yol kat ederdim ve ediyorum da. Kavrama hızım yüksektir, akademik anlamda tabii. 

Lise. Liseyi yatılı okudum. Korkunç diyebilirim. İnanılmaz zordu benim için. Zaten gittiğim her yerde herkes benden şikayetçi olmanın bir yolunu bulurdu, orada da çok sürmedi. Evet benim de hatam vardı, ama kimse beni oturtup ''kızım senin derdin ne'' demedi. Bu demeyecek tipler de değil bu arada çevremdekiler. Sınıf arkadaşlarıma bu soru defalarca soruldu. Bana? 

Gerçi yine yalan olmasın, sınıf öğretmenim sordu. Ama cevap beklemeden, öfke ile, sırf bir cümle sarf etmek için sorulur ya. İşte öyle sordu.

Lise binası ile yurt binası birleşikti. Lisenin en üst katı konferans salonu, etrafı balkon. Dersler bitip de yemek saatini beklerken o balkona çıkar müzik dinlerdim. Ne hoşuma giderdi. Bir iki hatta sanırım üç saatten bahsediyoruz. Arabaları izlerdim. Ağlardım. Sonra orayı kilitlediler.

Yok olma isteği baş gösterdi, ama *ntihar olarak değil. Sadece havaya karışmayı çok istedim. Etrafımda herkes tezatlıklar içindeydi çünkü. Okulumuz eğitimde önde gelen, öğrenci psikolojisine pedagojisine zırtına zurtuna önem veren (!) bir okuldu ama beni görmeyi reddediyorlardı. Öğretmenlerim benimle samimi bir ilişkileri olduğunu iddia ediyordu ama bu da kocaman bir yalandı. Okuldaki diğer öğrenciler arasında aramızın iyi olduğu kimse yoktu. Bi ara oldu, ama bitti.

Üniversite. Boşverin.

Üniversite sonrası. Kendi başıma olduğum her yer bana cennet. Ben bodrum katlarda da yaşadım, banyosunun lavabosu olmayan stüdyo sairelerde de. Benim için cennet. 

Herkesten kaçtım ama kurtulabildiğimi sanmıyorum.

Ve son bir buçuk yıldır hem ölmek istiyorum, hem de bunun içinde bulunduğum durumla alakalı olduğunun inanılmaz derecede farkındayım.

Farkındalık gerçekten hem en büyük nimet hem de nimete küfür gibi olacak ama biraz zulüm. 

İnançlı bir insanım, az çok anlamışsınızdır. 

Geçen sene *ntihara bakışım inanılmaz değişti. İnançlı insanlar *ntihar edecekleri zaman ''Rabb'im, kulunun zulmünden senin rahmetine sığınırım'' diyorlar bence. En azından durum bu. Yaratılanın zulümden yaradanın rahmetine. Bu çok ilginç bir aydınlanma oldu benim için. Özellikle son yıllarda ülkemizde de *ntihar vakaları artıyorken. 

Yaşamayı seviyorum da ben. Yaşamak güzel. Amasını anlatamam bilmiyorsanız anlamazsınız bu kadar net. 

Normalde bir şeyleri bahane ediyorum hep. Bilerek ek proje alıyorum ki vicdanen rahat olmayayım, tamamlanmayan iş olursa çünkü olmaz hak o iş. Hep borç yaparım ki yine aynı sebepten çünkü üzerime borç ile ölmekten korkarım. Son olarak evcil hayvanlarım. Onları bırakamam. Annem farkında olmadan onları arkamda bırakabileceğimi bana empoze etti. Benim gibi hatta benden iyi bir sahipleri olabilirmiş. Ben bunu çok iyi bilsem de reddediyorum, projeleri reddetmek ve borçları kapatmak çok kolay çünkü. 

Şimdi ölsem ama inanılmaz pişman olurum bir de o var. Rabb'imin huzuruna böyle çıkmak istemem. Annem bilmeden bu seçeneği de eledi. Dedi ki biz zaten her daim Rabb'imizin huzurundayız, ölünce level atlamıyoruz veya paravan açılmıyor. 

Sanırım kedilerden devam edeceğim. Bu da biraz şirk, ama işte whatever gets you there...

İnanılmaz zorlanıyorum. 

Tezatlıklar, yaşanmışlıklar, halen devam edenler beni inanılmaz zorluyor. Sadece yok olmaz istiyorum.

Supernatural dizisinin cennet tasviri üzerine düşünüyorum bayadır. Acaba benim cennetim yok olmak mı olurdu, görülmek mi, yoksa görünmezce yaşamak mı?

- Tuhafiye








Yorumlar

  1. Seni çok çok iyi anlıyorum. Ben bir adhd’liyim . Yıllar önce @dozbüyücüsü blog’uma tam olarak senin anlattığın bu tanımı yazmıştım bir yazımda “yok olmak istiyorum, yatağıma uzanmışken o yatağa karışmak” … anlaşılmamış bir insan olarak anlaşılma ihtiyacını ve anlaşılmama acısını, tezatlıklar arasında kıvranan ruhu çok iyi bilirim. Arada aynı dilde konuşacağın biri istersen bul beni @dozbüyücü (ig) yalnız değilsin…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dört gündür Tuhafiye profilimle yanıt yazmaya çalışıyorum olmuyor. Anonim yazacağım, ben Tuhafiye. Yorumunuz için teşekkür ederim, blog'unuzun linki var mı?

      Sil

Yorum Gönder