Şerife. Bu kızı hatırlıyor musunuz? İlk paylaşımımda bahsetmiştim, dövdüm demiştim. Alacağı olmalı mı gerçekten? Kiminiz çok gıcık olduğunu yazmıştı.
Şerife çok hoş bir kızdı aslında. Sarı buklelerini hatırlıyorum. Dördüncü sınıftayken, ya da üç, bir keresinde kızlar tuvaletinde denk gelmiştik, hafta sonu annesigillin onları 'kuyu suyu ile ıslatacaklarını' anlatmıştı. Kuyu suyu derken ne demek istediğini anlamamıştım, sordum. Kuyu suyu çok soğuk olur demişti. Sanırım bahar aylarıydı ama daha havalar tam ısınmamıştı. ''Üşümez misiniz ama? Karnınız ağrır.'' dedim. ''Yok ya bişey olmaz'' mı dedi, yoksa alacakları önlemleri mi anlattı hatırlamıyorum.
![]() |
| M-Sur, Adobe Stock, 2019 |
Dördüncü sınıftayken sınıfta 9 kızdık. Öğretmenimiz kızlarla erkekleri yan yana oturtmazdı. Okulda biraz kız-erkek ayrımı vardı öğrenciler arasında, erkekler kızları zorbalarlardı bazen. Biraz da okul muhafakar takılıyordu, o yüzden. Her neyse. Yanlış hatırlamıyorsam ayda bir sınıf düzeni değişirdi, kız öğrenci sayısı tek sayı olduğu için birisi mecbur tek oturmak zorundaydı. Öğretmenimiz bunu genelde kura çekerek belirlerdi. Bu oturma düzeni benim için kabus gibi bir şeydi, göğsümden çenemin yukarısına kadar için için yandığımı hatırlıyorum.
Bir gün.
''Hocam kura çekmesek? Ben tek oturabilirim. Tek oturmak istiyorum.'' dedim.
Hemen sonra kızların yüzüne baktığımı hatırlıyorum, gözleri ışıl ışıldı. Barbie'nin Rüya Evi için kura çekilmiş de, kura çekenler ''kura iptal kızlar, herkese birer Barbie evi hediye'' demiş gibi. Işıl ışıl. Gamze'yi hatırlıyorum, çok tatlı yanakları vardı Gamze'nin. Uslu bi' kızdı. Seda o zamanlar bizim sınıfta mıydı? Ya Sude? Yüzlerini hatırlamıyorum, gözlerini hatırlıyorum. Işıl ışıl gözleri.
''Teşekkürler Tuhafiye, sayende hiçbirimiz tek oturmayacağız.''
Işıl ışıl. Sıcacık gözler.
Şimdi de göğsüm yanıyor, kulaklarıma kadar hem de. Ellerim de sıcak, ama parmak uçlarım serin.
''Sayende Tuhafiye, iyi ki varsın!''
Siz ne derseniz deyin, o yaşlardaki çocukların bu sözleri sırf kırmak incitmek için söyleyeceğini düşünmiyorum. Neden mi? Kendimden biliyorum çünkü. Ezber karakter. Düşünmeden edilen sözler. Hiç ezber yaptınız mı hayatınızda? Ben küçükken sure ezberlerken hatırlıyorum, ezberlemeye uğraştıkça surenin okunuşu kayardı, telaffuzum bozulurdu. Ama ezberlemeye uğraşmadan, sırf dinlediğim kayıtta çok güzel okunduğu için arka arkaya açtığım sureyi çok çabuk ezberlemiştim. Sanırım 5 defa dinleyince ezberledim, Fil Suresi.
Çocuklar hep böyle. Bir şeyi söylenen şekilde, farkında olarak ezberlemeye ya da yapmaya çalıştıklarında başarılı olsalar bile orijinalinden farklı oluyor. Fakat farkında olmadan, ortamdan kaptıkları şeyler beton gibi. Yoksa bu sadece benim kendim üzerimden bir gözlemim mi?
Bence Şerife ve diğerleri de kendi ortamlarından kaptıkları ile böyle davrandılar. Evet, sekiz kızın sekizinin de böyle olduğuna inanmak istiyorum.
Sanırım ikinci sınıftaydım, Aşık Penguen diye bir film izledik ailecek.
![]() |
| The Pebble and The Penguin, Film, 1995 |
Filmde ana karakter Hubie, Marina adlı dişi penguene evlilik teklif etmek için bir çakıl taşı arar. Hubie biraz saf bir karakterdir, o ne zaman güzel bir taş bulsa diğer penguenler onu zorbalar ve elindeki (kanatlarındaki?) taşı alırlar. Hubie de ağlayarak göğe başını kaldırır, gökteki en parlak yıldıza dua eder.
Güzel yıldız, gökteki büyük yıldız, Marina'ya bir taş bulmama yadım et.
Daha önceki yazılarımdan da anlamış olacağınız kadarıyla, muhafazakar bir ailede büyüdüm. Bu sahne bize tersti, ama yine de izledik. Asıl olay buradan sonra başlıyor bu arada spoiler vermiş sayılmam, eski animasyon filmlerini seviyorsanız tavsiye ederim. Ben bayadır izlemedim, bu yazı için izlemeyi düşünüyordum ama pek cesaret edemedim. Fazla anılı.
Her neyse.
Filmi izledikten sonra odama ders çalışmaya gittiğimde penceremden Kuzey Yıldızı'nı gördüm. Ağlama aldı beni. Kimse beni sevmiyordu, ben öyle düşünüyordum. Sevilmek demek arkadaşınızın olması demekti. Sonuçta annemler de bana sırf anne babam oldukları için sevgi gösteriyordu. O sıralar bir de bunun kavgası kopmuştu evde. Neyse.
Yıldıza bakarak ''BEN DE ARKADAŞ İSTİYORUM'' diye ağladım. Sessizce. Sesimin duyulmasını istemedim. İçin için ağladım ama. Bunu yıldızdan değil, Allah'tan istemem gerektiğini biliyordum. Belki Allah'ın adresi değişmiştir? Biz de çok adres değiştiriyorduk ve bazen önceki adreslerimizden bize ulaşmak isteyenler bize ulaşamıyordu. En azından şansımı deneyeyim diyerek ağlamaya ve yalvarmaya devam ettim.
O zamanlar sınıfımızda bi kız vardı, adı Huriye. O tuhaf değildi, ama yani çok popüler de değildi. Ben yıldıza bakıp hüngür hüngür ağladıktan birkaç gün sonra biz arkadaş olduk.
Huriye bir gün ''Biliyor musun? Dünyada herkesin bir ikizi vardır.'' demişti.
Tövbe. Bu dünyaya iki tuhafiye fazla!
Hemen inandım. Gerçekten mi diye bile sorduğumu hatırlamıyorum. Peki tıpatıp aynısı mı diye sordum, evet dedi her şeyiyle aynı. Doğum günleri, dış görünüşü. Biz Huriye'yle kavga da ettik, etmişizdir yani şimdi. Ama iyiydik ve bunu seviyordum. Huriye'nin annesi ile annem de arkadaştı, diamond pro plus yeme de yanında yat. Huriye'yle doktorculuk oynadığımızı hatırlıyorum, oynarken mentosları ilaç gibi kullanmayı ondan öğrenmiştim. Sanırım Huriye'nin annesiydi, bize doktorculuk oynamak için oyuncak steteskop falan almıştı.
Oyuncak. Şu an farkettim, bu kelimeyi kullanmayalı uzun zaman oldu sanırım.
Oyuncak.
Oyuncaklarım.
Huriye'yi çok seviyordum. Anlaşıyorduk. Anlaşabiliyorduk.
Çok taşınıyoruz demiştim, bu sefer Huriye'ler taşındı.
Yine yalnız kaldım.
Huriye'ler çok uzak değillerdi, aslında gidip gelebilirdik. Ama hiç gitmedik. Onu hiç aradım mı hatırlamıyorum, telefonla yani. Ama aramayı çok istedim. Ailem başka arkadaşlar edinmeye teşvik etmek için beni onu unutturmaya çalıştırdılar.
Seni unutmadım Huriye, sen beni unutmuş muydun?
Yıllar geçti, biz o şehirden taşındık üstüne kaç şehir değiştirdik. Ben o şehri ziyaret ettim, arkadaşlarımı bulmak istedim. Evet, o diğer 7 arkadaşımı.
Onlardan eser yoktu, onlar da bir yerlere dağılmışlardı. Herkes işinde gücünde, annem bazen ''Kızım insanlar eskiyi hatırlayamacak kadar meşgul olurlar. Bir tek sen fazla işsizsin.'' der. O sıra da buna benzer bir şey dediler.
Sosyal medyadan buldum onları, mesaj grubu oluşturdum. Konuşmak istedim. Lisedeydik ama, hepimiz lisedeydik. Onlar benden 1 ya da 2 sınıf yukardalardı. Ben lise birdeydim, onlar ise marathın koşuyorlardı. Ben her gün gruba yazdım, sonra bir gün yazmayı bıraktım. Enayilik de bir yere kadar çünkü demek isterdim ama hayır, gruptan çıktı hepsi. Ben tek kaldım grupta.
İlkokul. Sinirlenince ellerimi kontrol edemezdim. Fiziksel zarar verdiğim çok kişi var.
İlkokul. Sesimi hiç kontrol edemedim, bağırarak konuştuğum için kimse yanımda durmak istemezdi. Kulaklarını tırmaladığım çok kişi var.
Mektup meselesi. Sınıfta hani. Kimse bana mektup yazmamıştı ve ben çok üzülmüştüm. Derste tuvalete gitmek için izin istedim, son dersteydik. Birkaç hafta sürdü bu arada bu mektup meselesi, ben her gün posta kutumuzu kontrol ettim. Annem dedi ki postacının hatası olabilir. Sonra sınıfta kendileri itiraf ettiler, postacının suçu yok kimse bana mektup yazmamış ki. En çok mektup ise Şerife'ye yazılmıştı.
İlkokul. İlkokul. İlkokul. Daha neler neler var.
Şerife'nin suçu muydu gerçekten beni dışlamak?
Ders bitti, okul bitti, herkes dağıldı. Bekledim sesler kesilinceye kadar. Buğulu gözlerle sınıfa gidip eşyalarımı toplamaya başladım.
Bir mektup.
Bir mektup!
Renkli bir zarftı, sanırım kırmızı bir zarf. Hayır Hogwarts'tan değil, hem ben o zamanlar daha Hogwarts Mogwarts bilmiyorum.
Mektubu bulduğum an ile eve gelip mektubu açtığım anın arasını hatırlamıyorum, mektubu okuduğumu hatırlıyorum sadece. El yazması değildi, bilgisayar çıktısıydı. Her sayfasında renkli resimler vardı. Tam 3 yaprak, 6 sayfa.
''ANNE! ANNE! BAK BAK BANA MEKTUP GELMİŞ BAK BEN ÇANTAMDA BULDUM! ANNE BAK BAK MEKTUBUMA BAK! ANNE GÖRÜYOR MUSUN BAK!''
Annemin gözüne soktum mektubumu. Annem gözlük kullanır, gözlüğünün eskidiğini ve gözüne sokmazsam göremeyeceğini düşündüm herhalde.
''ANNE GÖRDÜN MÜ! ANNE BAK BANA GELMİŞ! ANNE BAK! ANNE BANA BAK! ANNE MEKTUBUMA BAK! ANNE BAK!''
Kaç defa anne bak demiş olabilirim? O kadar heyecanlıydım ki, mektubu çok fazla sallamışım.
Mektubu sınıf öğretmenim yazmış.
Mektupta ne yazdığını söylemeyeceğim tabii ki. Kendinden bahsetmiş, çocukken yaşadığı zorluklardan ve nereye nasıl geldiğinden. Şöyle bir resim vardı mektubun bir köşesinde.
Mektup çok özenle hazırlanmıştı belli, Microsoft Word'de resimlerle yazı yazmak işkencedir bilenler bilir. Yani sadece köşede resim yoktu, sayfanın tamamında resim vardı resmin üzerindeydi yazılar.
O öğretmenimi çok severim, hala daha ararım. Bizden sonra öğretmenliği bıraktı (yoksa benden sonra mı?), zaten ilk öğrencileri de bizdik. Geçen bayram yine aradım, ''Tuhafiye beni bana da kendine de unutturmuyorsun he'' dedi. Güldük. Canım hocam. Erkek bu arada kadın da değil, genelde kadın öğretmenlerden beklenir ya bu tür incelikler. Neyse şimdi cinsiyetçiliğin sırası değil.
Canım öğretmenim. Sayesinde her köşede küçük sürprizler bulabileceğimi, ama yeterince bakmam gerektiğini öğrendim. Dikkatsiz biriyim, mektubu da zaten direkt çantama koymamış görmem diye. Eğer çantamda olsaydı ve akşam geldiğimde çantamı açıp bakmasaydım ki genelde bakmam yani bir hafta çürük muz taşımışlığım var (aynen bence de oha) o mektubu bulamazdım.
Belki de hayatımda bana değer verenler vardı, benim göremediğim.
Ama belki de değerlerini benim görebileceğim şekilde gösteremediler.
Belki de ben hiç çantamı açıp bakmadım.
Belki de.
Belki de sizin de hayatınızda bir Tuhafiye var, değerinizi gösteremiyorsunuz.
Belki de siz de bir Tuhafiye'siniz, çantanızı açıp bakamıyorsunuz.
Belki de siz Şerife'siniz. Olamaz mısınız?



Yorumlar
Yorum Gönder