Terazileri bilmeyen yoktur herhalde. Şöyle bir şey işte resmini ekliyorum şuraya.
İnsan ilişkilerinde terazi kullanmayan var mı? Ben terazi kullanmayı çok zor öğrendim. İlk başta öğrendim sandım, sonra doğrusunu bulmak zamanımı aldı. İnsanlardan uzaklaştım bu yüzden. Terazi kullanmayı bilmeyen insan olur mu? Var işte ben yani. Adım adım size terazimi kullanamamı anlatacağım. Siz de sizin terazinizin kullanım klavuzunu paylaşırsanız çok sevinirim. Çok sıkıntı ya, gerçekten. Çok derin bir yaram var, ömrüm boyunca acıyacak eminim. Ondan da bahsedeceğim size. Şiraze ne alaka, ona da geliriz bi ara önce şu teraziyi konuşalım. Çayınızı kahvenizi alın gelin, uzun bir yazı olacak.
Şu sıralar Alice Miller'ın kaleme aldığı Yetenekli Çocuğun Dramı adlı kitabı okuyorum. Kitabı taaa üç yıl falan önce aldım sanırım, elimde süründü durdu. Başladım bıraktım, başladım bıraktım. Çok zor, çok ağır bir kitap benim için. Okurken ağlıyorum. Daha 24. sayfadayım.
< Başta çelişkili bir düşünce gibi görünse de gerçek şudur ki, çocuk ''kendini kullandırmaya hazır ve verici'' bir varlıktır. >
Böyle bir tanım yapmış Alice Miller. Zaten kadın maşallah nasıl yazdıysa iki cümle okuyup iki saat ara veriyordum, bu cümleyi düşündükçe düşüncelerinde kaybolmuş Pablo Escobar'a dönüyorum.
![]() |
Netflix'in Pablo Escobar'ı konu alan Narcos isimli dizisinden. Oyuncunun adı Wagner Moura. Diziyi hiç izlemedim, ama bu meme komik. |
Küçüklüğümde anne ve babamdan hep vermeyi öğrendim. Babam öğretmen, annem ev hanımı. Babam tam bir işkolik, öğrencileri çok kıymetlidir. Sabahları gazeteleri ve sayısı çıktıysa dergilerini okur, okula gider, mesaiye kalır, evine de iş getirir. Annem ev hanımı dedim, fakat yıllarca ev ekonomisine katkı sağlamak için evden satış yaptı. Tupperware, çorap, eşarp, yazma, patik, ne ararsanız. Ekonomik olarak hep sıkıntılı olduğumuzu hatırlıyorum, babamdan ne zaman para istesem 'yok' derdi ama gider bisiklet, kitap, defter, koyun incik, böbrek falan istersem hemen alırdı. Evet koyun incik. Gerçi ben incik kelimesini çok geç öğrendiğim için küçükken ''baba ben koyun bacağı istiyorum çok uzun zamandır yemiyoruz lütfeeen'' derdim. Çok uzun zaman da işte 2 hafta. Ekonomi konusunda da berbatım bu arada, onu da bi ara anlatırım. O konuda babama hiç çekememişim.
Babamı hiç görmediğimiz günler olurdu. Biz yattıktan sonra gelirdi bazen, biz kalktığımızda da evde olmazdı. Ya öğrencileri yarışmalara hazırlar, ya da meslektaşlarına seminer verirdi. Türkiye'nin eğitim sistemi ben küçükken de çok iyi değildi, babam bunun hep farkındaydı. Bu yüzden öğrencilerden çok öğretmenlere öğretmenlik yaptı. Çok sevilir, çok sayılır babam. Annem de herkesin yardımına koşar, çok tatlı bir kadındır. Bir gün mahallelerinde bekar bir erkek çok rahatsızlanmış, rahatsızlığı avret yerinde olduğu için kimseye bahsedememiş, tedavi için de para gerekiyormuş ama kimse para vermemiş bekara para mı verilir diyerek. Babam bunu duymuş, anneme bahsetmiş. Annem çıkarmış vermiş altın yüzüğünü düşünmeden. Ben annemin yüzüğünü verdiğini hatırlıyorum, fakat hikayenin detaylarını bilmiyordum geçen senelerde öğrendim. Abi evlendi, iki tane de çocuğu var. Mutlular baya. Bu ve bunun gibi birkaç olay küçüklükten bende yerleşti. Ve ben de annem ve babam gibi insanların yanında olmaya kendimi adadım. Kendimce tabii. Bu da tuhaf oldu, anlatacağım.
Problem şu, etim ne budum ne okumayı sökmemişim daha. Babam ailemizi her zaman ilk suraya koymuş, ama ben bunu gözümle görmediğim için mantığımda oturtamamışım. Örneğin, 2000'li yıllarda yaşanan ekonomik krizde bile bizim evimizde kıtlık olmadı. Dolaplarımız hep doluydu. Borç harç, bir şekilde yaptı adam. Maşallah deyin babama lütfen, birer Ayet-el Kürsi de alırız zahmet olmazsa...
![]() |
Tenshi no Tamago (Meleğin Yumurtası), Film, 1985 |
Evet, ben bunu gözümle görmediğimden bir türlü oturtamadım. Şu an geçmişime bakıyorum, benim gördüklerim o kadar farklı ki. Ara ara gözlemlerime de geleceğim. Neyse teraziye dönelim.
Şimdi, benim terazi sistemim aslında bir terazi değildi yıllarca. Artılar ve eksiler listesi gibi oldu bir zaman sonra ama o bile zaten son 10 yıldır falan var. Ondan öncesi mi? Anlatıyorum sıkı durun.
Birisi ile ilişkim o kişiyle yaşadığım en güncel olaya bağlıydı genelde. Ve bu olayın ağırlığına. Off nefret ediyorum ya o kadar saçma şeyler yaşadım ve yaşattım ki insanlara. Hayır kimse de anlamadı, lisede bi pedagog atanmıştı PDR deniyordu herhalde, ya o görmüştü aslında ya o anlamıştı beni ama kadını yarım dönem tuttular okulda of ya of! Neden gitti o? Ya bi de koca okula neden bi tane pedagog? Çıldrıacağım gerçekten. Anlıyor musunuz bilmiyorum, ama mesela yaptığım bir şeyi anlatıyorum, ''aa bu yüzden mi'' diye sorardı ve gerçekten o yüzden olurdu biliyor musunuz? Ay çok sinirlendim şu an of...
Neyse geri dönelim konumuza. Arkadaş olmaya çalıştığım insanlara her şeyimi verirdim. Her şeyimi gösterir, her şeyi paylaşmak isterdim. Ama bu kişi benim ilgi alanlarıma ilgi göstermediğinde ya da bana kendi dünyasını açmadığında mahvolurdum. Gösterilen küçük dünyalara tav olur, o kişiyi en iyi arkadaşım sanardım. Yapayalnız kalmam çok sürmedi zaten. Şerife'yi dövdüğümden bahsetmiştim, dövdüğüm tek kişi Şerife değildi. Bütün duygular en uçta yaşandığından belki de bilmiyorum.
Milleti dövmeyi tam olarak ne zaman bıraktım hatırlamıyorum ama dördüncü sınıftan itibaren dayak vakası yaşamadık. Yine de çok uzun süre yalnız kaldım. Liseye geçtim, yeni bir başlangıç. Ben ortaokul arkadaşlarımın yasını tutuyorum, hiçbiriyle de aynı okula düşmemişiz. Biriyle aynı okula yazılacak gibi olmuşuz, o da ''Tuhafiye oraya giderse ben başka okula geçerim'' demiş. O kadar burnundan getirmişim kızın. Ailem uzun uzun nutuk çekiyor, ben yumruklarımı sıkıyorum.
Ve, artılar eksiler listesi tutmayı öğrenmeye başlıyorum. Sonra artılar ve eksiler listelerinin insan ilişkilerinde işe yaramadığını öğrenip, bir önceki yazımda bahsettiğim odama odaklanıyorum.
Lise ikide başlıyor oda sevdam. Buna bi ara tekrar geleceğim, önemli bir konu.
![]() |
Tenshi no Tamago (Meleğin Yumurtası), Film, 1985 |
Lise bitiyor, üniversite başlıyor. Yeni bir başlangıç. Nutuklar, ihtarlar... Odama çekildikçe çekildiğimden insan ilişkilerime pek odaklanamıyorum ilk başta. Birkaç hafta içinde ise terazi sistemimi oturtuyorum. Veee başlıyoruz!
O kadar da heyecanlanmayın, artılar eksiler sisteminden pek bir farkı yok bunun. Jackson diyelim, bana kahve ısmarladı. Hop, Jackson'ın terazisinin sağına 1 artı. Jackson yarım ağızla bişey söyledi (ıyy hiç sevmem) hop terazinin soluna 1 eksi. Günün sonunda terazinin hangi kefesi ağırsa, Jackson da o benim için.
Tabii bu yanlış. Yani, yanlış olması gerek değil mi? Benim mi bi' yanlışım var? Çünkü son zamanlarda terazi sistemi ile ilgili bir şey keşfettim, o eklediğim artılar ve eksilerin ağırlıkları olmalı. Mesela Jackson bana kahve ısmarladı, ama yarım ağızla söylediği o şey sürekli yaptığı ve yapısı ile alakalı bir şey ise hafif kalmalı. Bununla beraber, Jackson kahveyi sadece beni düşünerek beni mutlu etmek için alıyor. Bana özel bir jest. Ağırlığı fazla olmalı.
İşte ben bunu çok geç öğrendim.
Şiraze? Şiraze. Şiraze kitap yapraklarını diplerinin ucundan birbirine bağlayan ve onları düzgün tutmaya yarayan ince bez şerite deniyor. Sayfaları bir araya tutmaya yarıyor. Şirazeden çıkan sayfalar bu bez parçasından kurtulmuş oluyor ve kitabın kullanımı sınırlıyor.
Terazilerin şirazesi olmaz hayır. Tezatlık da burada. Şirazesi kaymış ben, terazi kurmaya çalışıyorum. Şirazeden çıktığım için, terazim de bir işe yaramıyor. Terazi işe yaramadığı için, yanımda kimse kalmadı.
Yıllar önce, lisedeyim, sınıf öğretmenimizi nasıl seviyorum nasıl seviyorum... Yurtta kalıyorum zaten, ana baba uzak ayda 1 defa ancak gidebiliyorum. Onun da beni sevdiğini düşünüyordum. Bazen akiam etüt sonrası gelir bizim halimizi hatrımızı sorardı, bir defasında bizi alıp yemeğe çıkardı, bir defasında da dondurma yemeye götürmüştü. Ben dondurma yemeyi çok severim, ama kaliteli dondurma. Maraş dondurmasını asla affetmem! Off mevsimi de değil şu an, bulunduğumuz yerde bir yer var satıyor aslında ama şu an mevsimi değil bir iki aya gelecekmiş, gün sayıyorum. Ay nolur dua edin daha çabuk gelsin, pahalı ama çok güzel. Dondurma dondurma, beni sensiz koma... Neyse! Bu öğretmenimizi çok severdim, karakter olarak babama da çok benzerdi. Dersinde nefes almaya korkardık, ama ders dışında annemiz gibiydi. Ben bi' kere yanlışlıkla baba demiştim kendisine. Tamam bir defadan fazla kere. Of utandım!
Bu öğretmenimizin beni sevdiğini düşünüyordum. Beni takdir ederdi, ama yerin dibine de sokardı. Nedenini asla anlamadım. Annemler anlatmayı denedi, ama yaptıkları açıklama asla beni tatmin etmedi.
Gelelim ömrüm boyunca beni yaralayan o olaya. Tam olarak nasıl gelişti hatırlamıyorum, ne yaptığımı bilmiyorum, bir yaramazlık yapmışımdır, hep yaptım, hep kendi kafama göre hareket eden söz dinlemeyen bir insandım, sigaram alkolüm hiç olmadı, hiç yurttan kaçmadım, okulu 2 veya 3 defa asmışımdır, sevgilim olmadı, öğretmenlerime hakaret etmedim. Bu saydıklarımı yapanlar çok, ama yine de onlar daha kıymetlilerdi öğretmenlerimin gözünde. Az çok tahmin edersiniz lise ortamını. Ergenler çok zalim. Ben ders çalışmayı bıraksam da notlarım hep yüksek oldu. En arka sırada tek oturdum lise başladıktan bir iki hafta sonra. Babama da yalan söyledim, en önde oturuyorum diyerek. Zamanla derse odaklanamamaya, sadece resim yapmaya ya da hikaye yazmaya başladım. Sınavlara çalışmadım. Arkadaşlarım sınav çalışırken onları dinledim sadece. Ve bir çoğundan yüksek aldım yine de. Çok sinirlendiler bu duruma. Belki de bir çoğu bu yüzden arkadaşım olmak istemedi. Yani, sanırım kim olsa sinirlenir. Bu sebeple yapılmış tavırları anlayışla karşıladım.
Bu bahsettiğim sınıf öğretmenim de aslında çok kaliteli çok tatlı bir öğretmen, bizim liseye nasıl geldi biz de tam bilmiyoruz, bize ailesine yakın olmak için geldiğini söylemişti. Ben pek inanmadım.
Lise ikide psikolojik olarak çok yoruldum. Zaten lise birde de çok yorgundum. Otizmli, DEHB'li bir kız, ailesinden uzakta öğrenci yurdunda. Teşhisi konulmamış. Geçmişte tacize uğradığının yeni yeni farkına varıyor. Kimseye de anlatamıyorum. Bunu yapan kişi de her ne kadar o günlerde uzağımızda olsa da tanıdığımız, sevilir miydi hatırlamıyorum ama öğretmendi o da. Ailem tanıyor sanırım. Ya da tanımıyor. Yurtta birkaç kişi bir odada kalıyoruz.
Yorgundum, çok yorgun. İnanılmaz yorgun. Stres bozukluğu teşhisi konmadı, ama kronik migren teşhisi kondu. Bir süre bir çanta dolusu ilaç kullandım. Çok ağır ilaçlar. Nörolog gördüm, ama psikolog görmedim. Tümör olduğunu düşündüler, tomografi çekildi mi bilmiyorum. O zamanlara ait birçok şey aşırı bulanık. Ben hep takdir alan bir öğrenci oldum, lise ikide ise teşekkürü zor aldım. O dönemleri doğru düzgün hatırlamıyorum bile, buğu altında her şey. Lise birde aldığım ilaçlar inanılmaz kilo aldırdı, şiştikçe şiştim. Lise ikide aldığım ilaçlar ise sanki biraz tesir etti, baş ağrım azalmıştı ama böndüm. O zamanlara ait fotoğraflarıma bakamıyorum, tiksiniyorum kendimden. Şişman, bön bön bakan, mal gibi bir kız. Çok konuşan, ama konuşamayan.
Ve o olay. Ne yaptığımı hatırlamıyorum, ağzımdan ne çıktı, elim nereye dokundu, birini mi dövdüm, hayır birini dövmüş olamam aşmıştık o meseleyi kimseyi dövmedim ilkokuldan sonra. Sınıf öğretmenimiz beni öğretmenler odasına çağırdı, oda boş, akşam vakti.
''Bıktım senden, bir türlü toparlayamadın. İnsanların seni böyle sevdiğini seni kabul edeceğini mi sanıyorsun? Ben seninle annen baban için ilgileniyorum. Babana saygı duyuyorum çünkü. Yoksa senin için bir şey yaptığım yok, onların gözü arkada kalmasın. Tüm amacım bu.''
Hocam keşke beni dövseydiniz. Hocam keşke beni öldürseydiniz. Keşke beni o okulun temeline gömseydiniz. Ben çok yorgundum, tamam siz de yorgundunuz, ama keşke beni dövseydiniz de o sözleri duymasaydım sizden. Beni gerçekten sevdiğinizi düşünmüştüm hocam. Beni sevebileceğinizi, değer verebileceğinizi düşünmüştüm. Tamam ben normal bir insan değilim, tamam konuşurken çok yüksek sesle konuşuyorum, ama vallahi sessizleşmeye çalıştım. Tamam ödevlerimi yapmadım, ama zaten yapamıyordum hocam. Tamam derslerde resim yaptım, hocalarımı dinlemedim derste not tutmadım, ama vallahi kafam almadı hocam. Hocam tamam çok tuhaf davanıyorum, bana kılavuz verseydiniz keşke hocam. Lise hayatım boyunca yaptığım yaramazlıklarıma ceza verdiniz, tamam hepsine kabul. Keşke o gün her ne yaptıysam daha ağır bir ceza verseydiniz. Ben tam olarak ne yaptım? Bu sözleri hak edecek ne yapmış olabilirim?
Terazim kırıldı. Ben pek farkına varmadım o zamanlar. Zaten bir travma geçirdiğimde, travmayı geçirirken başıma ne geldiğinin pek farkına varmam. Aradan zaman geçer, haftalar belki aylar. Let that sink in. Oturmasına, batmasına izin ver. Sink İngilizce'de fiil olarak kullanıldığında suda batmak anlamında kullanılır. Let that sink in ise Türkçe'ye 'sindirmek' olarak çevrilebilir. Benim sindirmem çok uzun sürüyor sanırım.
Hocam keşke beni gömseydiniz o okulun temellerine.
Kendim de ölmek istedim zaten, o da başka günün yazısı olsun.
Kimseyi tartamaz oldum, insanları o andaki hallerine göre değerlendirmeye başladım. Tabii ki bu çok ama çok yıkıcı oldu. Çevremde kimse kalmadı. Çevremde kimse kalmadıkça yeni çevreler aramaya başladım. Kanada'yı bırakıp Avrupa'ya taşınmamın en büyük sebebi de bu aslında. Yeni bir başlangıç.
Öğretmenim de Avrupa'da. Aslında çok yakınız, RyanAir den bilet alırsam hele çok da uyguna ziyaretine bile giderim. Aslında yüzleştim onunla, neden dedim bana neden bunu dediniz. ''Tuhafiye farkında mısın o liseden sadece seninle görüşüyoruz, bu bile sana yeterli bir cevap olmalı!'' dedi.
Yetmedi hocam, bana neden öyle dediniz. Bana değer veriyor musunuz? O dediklerinizde ciddi miydiniz? Hala aynı düşüncede misiniz?
''Tuhafiye, bak şu an konuşuyoruz. Bırak artık eskiyi.''
Bana neden öyle dediniz hocam? Beni neden yıkıp indirdiniz, ben o zamanı soruyorum. Şimdiyi değil.
Sonrasında yine konuştuk ara sıra, bu konuyu kapattık ama sonra hiç açmadık. Onu hala sevdiğimi düşünerek ayda bir de olsa arar sorardım. Sonraları onun benimle konuşmak için değil de, kendi stresini yatıştırmak için benimle konuştuğunu fark ettim. O da çok stresliydi, yeni bir ülke, yeni bir hayat, babası da gelir gelmez vefat etmişti, nişanlısı saçma sapan bir sebepten onu terk etti falan. Bunlar olalı bir iki sene geçmesine rağmen bu davranışına devam etti. Ben de konuşmayı kestim. Annem de kesmemi söylemişti zaten.
Hocam bana bunu neden yaptınız?
Babamla bugün konuştuk, bu konu ile alakalı değil farklı bir şeyden. Bana bir soru sordu.
''Bardağı taşıran içinde hali hazırda olan su mudur yoksa taşıran o son damla mı?''
İkisi de. Cevap ikisi de.
Bir gün size bir de bir başka öğretmenimden bahsedeceğim, ismini ne koyalım, ne koyalım, Hüseyin olsun. Size bir gün Hüseyin hocamdan bahsedeyim. Bir de Yasin hocamdan. Sonradan unutmamam için buraya not, Hüseyin hocam ilkokul öğretmenim, Yasin hocam da ortaokuldaki matematik öğretmenim. Bu iki öğretmen çok farklı, ikisi de beni eleştirmek yerine elime klavuz veren insanlar. Bak böyle yaparsan böyle olur, şöyle yaparsan şöyle.
Acaba ben kimsenin terazisini kırdım mı?
Acaba hayatıma girmiş insanların terazileri kırık mıydı? Hayatıma girmiş ve benim anlaşamadığım insanların?
Hocam, ah hocam, keşke kan kustura kustura dövseydiniz beni, hastanelik olsaydım, yoğun bakımlarda yatsaydım günlerce, vallahi bu kadar koymazdı. Vallahi bu kadar canımı yakmazdı.
Tek sebebi bu hoca mı peki?
Size Şerife'yi anlatmıştım. Ben insanları çok algılayamadığım için bazı soruları açık açık sormayı öğrendim. Örneğin lisede açık açık ''biz arkadaş mıyız'' diye çok sordum. Bazıları yanlış anladı meseleyi, ama olsun. Arkadaşın tanımı benim için arkadaşa hediye vermek, onu düşünerek ona bir şeyler hazırlamak ve paylaşmak. Arkadaşlarıma hediye ettiğim çok fazla el işi malzeme var. Kitap ayraçları, isimlikler, mektuplar, şeker bardakları, doğum günü kartları, maniler, daha neler neler.
Bana verilmiş pek bir şey yok ama. Yani verildiğini düşündüğüm şeyler var. Zaman mesela. Beraber zaman geçirdiğimizi düşündüğüm arkadaşlarım var. Dedikodu öğrenmek amacıyla geçirilmiş zamanlar. Kısa zamanlar.
Terazi kırık, şiraze dağınık.
![]() |
Tenshi no Tamago (Meleğin Yumurtası), Film, 1985 |
Yapayalnız da değilim, liseden bir, üniversiteden de yine bir arkadaşım kaldı. Onlarla ayda bir iki görüşüyoruz. Yakınız, geçirdiğimiz travmalar benzer. Liseden olan arkadaşım o günleri hatırladıkça çok üzülüyor, benden defalarca özür diledi. Ben de ondan özür diledim. Beraber ağladık. Üniversiteden olansa gerçekten yıllarca ettiğim duamın karşılığı, lisedeki PDR hocası gibi. Onu çok seviyorum. İyi ki var.
Terazimi tamir etmeye çalışıyorum, tavsiyeleriniz varsa sevinirim. Terazinin güncel durumu şu, insanlar iyi ya da kötü olabilir. İyi olup kötü davranışlar sergileyebilir. Kötü olup iyi davranışlar sergileyebilir. Ama beni kıramazlar, kıracak kadar bana yakın olamazlar. Bu yüzden kimseye gerçek beni gösteremem. Yakınımda da olsalar, bana yaklaşamazlar. Bu yüzden insanlarla olan ilişkilerimi sınırladım.
Arada gerçek beni gören olsa bile kendimde değildim yorgunum vs gibi yalanlar uydurup üstünü kapatıyorum. Terazi tamir olana dek.
Terazi tamir olana dek.
Şirazeye gelecek sonra sıra.
Şiraze yerine girene dek.
<< Oysa ki Rabb'in seni hiç yalnız bırakmadı. >>
Yorumlar
Yorum Gönder