Terapi - Tekilim - Tepilim

Merhaba yine ben, başka kim olacaktı zaten?

Bu yazıyı 10. terapi seansından sonra "ben iyiyim, haydi beraber iyileşelim" şeklinde yazmayı umuyordum ama şu an çok uzak gibi. Ben mi terapiyi sevmiyorum, terapi mi beni sevmiyor, yoksa yine mi yanlış terapist? 

Bu yazıyı okurken şu müziği arkada açabilirsiniz, çok sevdiğim söylenemez ama dinledikçe bu sıra karnım ağrıyor. Yazı ile örtüştüğünü düşünüyorum. Ya da hiç alakası yok, bilemeyeceğim. Sizde varsa yazıyı okurken aklınıza gelen bir parça, gönderin merak ettim.

Leyla ile Mecnun - Leyla Müziği
https://www.youtube.com/watch?v=4CMC_KxEmeU

Yeni bir ülkeye taşındım. Düzenimin değişmesini sevmeyen, anneannesi ölünce acısını içinde yaşamayı tercih edip annesini ziyaret etmeyen, düzenini bozmak istemeyen ben ülke değiştirdim. Bunları yazarken karnım ağrıyor. Önceki yazımı hatırlar mısınız bilmiyorum, büyük annemle ilgili olan. Neyse konumuz bu değil.

Taşındığım ülke Kanada'ya göre epey iyi, Avrupa'da bir yer. Güzel, şirin, küçük, her yere yürüyebiliyorsunuz. Türkiye'yi unuttum, epeydir de gitmiyorum gitmek de istemiyorum artık, hatıralarımda çok güzel çünkü benim ülkem. Bir yaz çok kısa uğradım, çok ama çok ağrıma gitti o hali, bir daha uğrayamadım. Dil kökümle genzimin arasında bir uyuşukluk, bir ağrı oluşuyor hatırladıkça. Gözlerime sürme çekiliyor sanki, saatlerce ağlamışım sanki de uykum geliyor. Her neyse konu bu da değil. 

Düzen kuruyorum. Kolay değil biliyorsunuz. Ama bana mı daha zor, yoksa ben mi zorlaştırıyorum bilmiyorum. Üstüne yaşadığım birkaç olay üzerine tüm eskiler yeniden canlanıyor. Derdimi birkaç benzetme ile anlatmak istiyorum. 

Yıllar önce üniversitede akademik koçumuz bize problemlerle nasıl başa çıktığımızı sormuştu. "Gömüyorum hocam, zaten problemler ölüdür benim için napıcaz başımızın üstünde mi tutucaz kokar o" demiştim. Sonra da gülüp ekledim, "bazen zombiye dönüşüp çıkmaya çalışıyorlar ama kürekle vuru vuru veriyorum" demiştim. Adamın cevabı "çok ilginç birisin, lütfen bu neşeni kaybetme zombiler basmasın evini". Kürek mi artık ağır geliyor yoksa zombi sayısı mı arttı? İyi de, kürek ağır gelecektiyse en başta ağır gelmesi lazımdı. Hani güçlü kuvvetli biri de değilim. Sanırım zombi nüfusundan. 

Dökmeye niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten. Bunu son zamanlarda çokça söylüyorum kendime. Dağınık bir insanım, pasaklıyım da. Kendine has dağınıklardanım. Odam mesela şu an ilk bakışta dağınıktır. Ama her şey benim istediğim yerdedir. Annelerin klasik ''fare eniğini kaybetse bulamaz'' türden bir dağınıklık ama ben kalemimi kaybetsem şak diye buluyorum. Yıllar önce anneciğimin de büyük katkılarıyla insanların bunu bu şekilde algılamadığını fark edip insanlara odamı göstermekten vaz geçtim. Normalde çok severim benim olan her şeyi bana azıcık değer verenler bile görsün, benim mutlu olduğum şeylerle mutlu olsunlar hevesimi paylaşayım. Evime misafir almayı da severdim, sırf onlar gelecek diye temizlik yapmayı, yiyecek içecek hazırlamayı ama almıyorum artık. O hazırlığa, o değişikliğe değecek insanlar yok etrafımda. Mesele odayı toplamak değil, anladınız siz.

Terapi demiştim. 

Dört seans terapi denemesi yaptım. Ya da üç müydü... Aslında iyi gidiyordu. Beğenmedim. Terapi olgusunu tümden reddediyorum artık içimde. Pahalı da zaten ekonomik olarak zorluyor. Çünkü dökmeye niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten. Şey gibi düşünün, Garfield'ın bi filmi vardı Garfield John'un devasa kitaplığını deviriyordu. Kesiti buldum aşağı linki ekleyeceğim. İşte o kitaplığı devrilmeden hemen önce tuttum. Raflardaki hiçbir şey düşmüyor, hiçbir şey devrilmiyor, ama tutmazsam devrilecek. Odamın kendine has bir dağınıklığı olduğundan, odamda yardım edebilecek kimse yok. Yakın olabilecekler ise olur da o odayı görürse diye zamanında uzaklara göndermişim. Telefon uzakta. Aksi gibi yarı devrik kitaplığı ve altındaki beni hiçbir pencereden göremez dışardan kimse. Camları filmledim çünkü. 

Garfield Film Kesiti: https://www.youtube.com/watch?v=2PyrIyvdWRU

Sonra kitaplığın aslında o kadar da ağır olmadığını fark edip yavaşça kaldırdım. Uzun süre aynı pozisyonda kalmaktan kaslarım ve kemiklerim çıtır çıtır ses çıkarıyor. Tehlike geçmedi ama, deprem bölgesindeyim çünkü her an daha büyük bir tehlike gelebilir. Elimi çabuk tutmalı. 

Perlorian Busy Day, Suzanne Green, 1987
Fotoğrafçı Satoru Tsuda ve ekibi
Ve bu süreçte denediğim terapistler de bu devrilme tehlikesi içeren kitaplığa bakış açılarıyla çağırdığım ustalar. 

Birisi dedi ki ohoo çok eşya var burda çok uğraşmamız lazım. Olacak tabii ki dostum manyak mısın kocaman kitaplık ne koyacağım içine yastık mı? Uğraş diye çağırdım zaten seni, niye boş boş yorum yapıyorsun.

Birisi dedi ki bunların hepsini sabitlemek için raflara korkuluk takalım, o zaman düşecek olsalar bile düşmezler. Oldu canım, gitti bütün estetik. Kafama da düşme minderi düşünüyorum link gelir mi?

Birisi dedi ki evden taşının gidin, 1+1 daire mis gibi. Fazla eşya yok, minimalist yaşarsanız tehlike diye bişey olmaz. İyi de evim burası. 

UYARI: İsitfra betimlemesi.

Bir diğeri ise kitaplığı duvara monte etmeyi önerdi. Fena fikir değildi hoşuma da gitti, ama dedi ki içindekileri tek tek çıkarıp, kitaplığı montelememiz sonra da eşyaları tek tek geri koymamız lazım. Orada bir bozuldum. Zor doldurdum zaten o kitaplığı ben, çok büyük bir kitaplık. Tek tek dedi, yaparız merak etmeyin. Çalışmalara başladık gibi. Ve birkaç devasa kitapla büyük bir vazoyu beraber indirdik. Bunlar kesinlikle tek başıma indirip kaldıracağım eşyalar değildi, sağolsun yardımcı oldu ama ben bundan memnun kaldığımı söyleyemem. O kitapları ve vazoyu tekrar ellerimde görmek beni mahvetti. Onları odamdaki çok sevdiğim eşyaları gösterebileceğim ve bunu yapınca beni rahatsız etmeyip benim ilgimi paylaşabilecek biriyle değil de, bana yardımcı olması için para verdiğim bir ustanın yardımıyla indirmek beni mahvetti. Küçükken her insanın bir ikizi olduğu, bu ikizini ancak çok gezerse bulabileceğini söylemişti bir arkadaşım. Ben o ikizi bulmak için ne kadar yalvarmıştım ne kadar ağlamış ne kadar gezmiştim. O ikizim olsaydı mesela beni anlardı. Ben bu ustayla baş etmek zorunda kalmazdım. Evet, usta adı üstünde usta. Ama her şeyin ustası varsa eşya ne oluyor tam olarak? 

Kustum. Her yere kustum. Canım usta eşyalar ağır gelmiştir karnına vurmuştur bişey olmaz dedi. Hani göbek düşüyor ya, eskiler derdi, öyle bir şey herhalde. Kusmuğu temizlememe tabii ki yardım etmesini bekleyemezdim, onun işi o değil. Ama odamı gösterebileceğim birisi bana yardım ediyor olsaydı, o kusmuk kesinlikle beni bu kadar rahatsız etmezdi. Odamı gösterirken çok zorlandığım birisi benim kustuğumu gördü çünkü. Tezatlığı daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum. 

Ustaya teşekkür edip, gerisini kendim halletmeye çalışacağım dedim. Kararıma saygı duydu, ne diyecekti ki zaten yok ablacım burada 5 saatlik iş var sen benim parayı hesaba yatırakoy ben devam ediyorum mu diyecekti? Hayır öyle olsa bile zaten param da bitmiş ne yapayım aç mı kalayım? Yemeyi de severim şimdi, gider iskender patlatırım.

Suç ustanın mı şimdi? 

Ben neden kimseye odamı gösteremiyorum? Neden kimse odamı sevmiyor? Tamam ben normal değilim, tamam dağınığım, tamam hadi size göre pis de olayım (odamın tozunu almıyorum iki haftadır) ama sizin odanız çok mu güzel? Cem bey mi temizliyor her hafta odanızı foşur foşur? Herneyse, bu konuda isyanım büyük ama konumuz bu değil. 

Maxine, 2018

Tekillik. Çoğulluk. Tepilme. Tekillik.

At tepti beni,
Tek kaldım şimdi.
Haniler ve maniler...
Kaideyi bozmuyor istisna,
Kaidesizler müstesna...

Soldaki resim Maxine adında, cinsel taciz mağduru bir çocuk tarafından The Palmeira Practice çerçevesinde yapılmış. Bu çalışma ve daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz.


Ben bu kitaplıkla ne yapacağım? Ya deprem vurursa yine evimi? İçten içe istemiyorum terapiye devam etmek ama evim iyice dağıldı artık evin içinde rahat yürüyemiyorum. Bu yüzden de yapayalnız kaldım. Ailem, ailem olmasa bana sabretmezmiş bu arada onu da bugün öğrendim, buraya işiltireyim. Kim kime sabreder ki ailesi olmasa? Her neyse bu da konumuz değil. Konu neydi ki zaten? Fazladan konusu olan var mı? Çok uzattım galiba...

Sevgiler...

Tuhafiye.


Yorumlar